4 Eylül 2009 Cuma

KITAP YORUMLARI

Tavsiye edebilecegim bazi kitaplarin listesi :
1-SEFILLER - Victor Hugo : Dunya Klasiklerinden cok meshur ve guzel bir kitap. Icindeki derin duygusal mesajlari okumaksizin anlatilamaz ,anlasilamaz. Ozgurluk savaslarindan bahsetmesiyle o yuzyil Avrupa tarihinide anlatmis oluyor. En son filmi de yapilmisti , fragman i cok guzeldi ama tamamini seyredemedim.
2-SUÇ ve CEZA - Dostoyevski : Vijdaniyla hesaplasan bir genci Dostoyevski Onunla yasiyormussunuz gibi anlatiyor.
3-FAUST - Goethe : Hayati, insanin seytana aldanisi ilginc bir sekilde anlatilmis.
4-ILYADA - Homeros : Homeros, MÖ 8. yy da yasadigi sanilan bir yazar yada sair. Ilyada , dilden dile dolasarak gunumuze ulasmis , Truva Savasini anlatan bir destan ve Homeros un yazdigi dusunuluyor. Aristo gibi felseficiler tarafindan bu destandan bahsedildigi gibi , Buyuk Iskender in kitabin kahramini Achileus u savasci olarak ornek aldigi soylenir. Bu anlamda tarihi etkilemis bir kitap oldugunu dusunuyorum.Eski yuzyillardaki insanlari ve yasamlarini merak edenler icin..
5-YUREGININ GOTURDUGU YEREi GIT : Cok eskiden okumustum ve anlatimi guzel ve etkileyici bir kitap olarak hatirliyorum.
6-SIMYACI :1600 lu yillarda yazilmis bir kitap oldugunu hatirliyorum. Konusu guzel ve ilgincti.
7-ŞEKER PORTAKALI : Bir cocugun duygularini anlatmasi ve icerdigi konu olarak cok duygusal ve etkileyici bir kitap. Bence okumak lazim.
8-MONTE KRİSTO KONTU : Surukleyici , eski Avrupa nin durumunu anlatan , konusu heyecanli ve macerali bir dunya klasigi.
9-ÖLÜ CANLAR - Gogol : Konusunu cok ilginc buldugumu soyleyemeyecegim ama Gogol un muhtesem ve eglenceli uslubu kitabi zevkle okumanizi sagliyor. Gogol, kitabi parcalar halinde yazmis eksik sayfalar oldugu kitapta zaten yaziyor ama buna ragmen cok guzel bir kitap.
10-ANA - Gorki : Bir donemin Rusya sini anlatan guzel bir kitap. Icinde anlatilan olaylar akici olmasada , dusuncelerinin yayilmasi icin bir cok zorluga katlanan insanlari anlatmasi kitaba cok farkli bir hava katiyor.
11-ANNE KARENNA - Tolstoy : Kitabi cok buyuleyici bulmasamda karakter tasvirlerinin cok iyi olusu , tarih ve o tarih kulturundeki insanlarin yasam tarzi hakkinda ipuclari vermesi kitabi etkileyici hale getiriyor.
12-BİR DİNAZORUN ANILARI - Mina Urgan : Mina Urgan 'in kendi hayatini anlattigi , uslubu cok akici ve sohbet havasinda gecen bir kitap. Hayati , Turkiye tarihinde onemli isimleride icerdigi icin kitap zevkle okunuyor.
13-RAMSES : Yuzyillar onceki Mısır Firavunlarinin hayatini romanlastirmis basarili bir kitap. Bir kac seriden olusuyor. Benim okuduklarim ilgincti ve eski yuzyillari anlatmada , yuzde yuz dogru isabet ettirilmesi imkansiz olsada dogruya yakin ipuclari aldiginizi hissettiren bir kitap.
14-GÜLÜNÜN SOLDUGU AKSAM : 80 oncesi Turkiye nin dramini ve asilan 3 gencin mucadelelerini ve hazin sonlarini anlatan , o donem Turkiyesi ve gencleri hakkinda fikir veren guzel bir kitap.
15-BİR ÇİFT YÜREK : Avustralyada Aborjinlerin hayatini ilginc bir deneyim sonucu ogrenmis yazarin anlattigi siradisi konusu olan bir kitap.
16-PRIDE AND PRUJUDICE - Jane Auston : Avrupa tarihi ve insanlarin kulturlerini de ogrenmeyi saglayan , oldukca romatik bir kitap .Siradisi karakterler olaylarla cok uyumlu ve basarili tasvir edildigi gibi ; kardeslik, arkadaslik, akrabalik gibi duygular kitabin akisi icerisinde guzel anlatilmis. En son cekilen filminde bazi karakterler cok basarili canandirilmis.
17-DEVLET - Platon : Milattan Once Atina da yasamis unlu felsefeci hayalen bir devleti kuruyor. Devleti kurma akisini o yuzyilda yasamis birinden adim adim dinlemek kitabi zevkli hale getiriyor.
18-SOKRATESIN SAVUNMASI - Platon : Yine Platon tarafindan Sokrates in idamindan once yargilandigi mahkemelerini anlattigi cok etkileyici bir kitap. Insanlara erdemliligi anlatan ve hic bir zarari dokunmayan Sokrates in o donemin demokratik sayilabilecek Atina sinda demoktarik bir oy cogunluguyla nasil idam edildigi , oncesindeki mahkemelerde nasil kendini savundugunu anlatiyor. Oldukca etkilyici bir eser.
19-DUYGUSAL ZEKA - Daniel Goleman : Kisisel gelisim kitabi ancak icinde cok fazla canli ornegin olmasi , deneyler sonucundaki istatistikleri icermesi , yazarin anlatiminin guzelligi , psikoloji ve gunluk hayattaki konulara yer vermesi kitabin zevkle okunmasini sagliyor.
20-IS BASINDA DUYGUSAL ZEKA - Daniel Goleman : Calisan insanlarin zevkle okuyacagi uslubu akici ve ornekler iceren bir kitap oldugunu hatirliyorum.
21-SINIRLAR : Kisisel gelisim kitabi. Hayir diyemeyen insanlarin sorunlarini tesbit etmede oldukca basarili bir kitap.
22-IKILI SARMAL : DNA i bulan kisi tarafindan yazilmis. Bilimsel konulara girilmemis sadece DNA i bulmadaki hikayesini yazmis.
23-INSAN DENEN MECHUL : Cok eskiden okudugum bir kitap.Tipla ilgili oldugu icin biraz sikici bulmustum.
24-Schindles's LIST : Almanyadaki Yahudi soykiriminda buna engel olan Schindle in hayati ve soykirim , Schindles in listesiyle buna nasil engel oldugu anlatiliyor. Tarihi bir olayin detaylarini ogrenmenizi sagladigi icin ilginc ve guzel bir kitap.
25-THE BODY : Anlatim cok guzel ve akici. Cocuk kitabi gibi. Macera ve korku iceriyor.
26-SONSUZ UZAYLAR - Taskın Tuna : Uzay, gezegen , yildiz vs. hakkinda verdigi rakamlarla yasadigimiz alemin farkinda olmayi saglayan , astronomi ve astrofizik meraklilarinin begenecegi guzel bir kitap.
27-UZAYIN OTESINDE - Taskın Tuna : Icinde yasadigimiz uzayin muthis boyutlarinin farkina vardiran guzel bir kitap.
28-STEPHEN HAWKING : Cok eskiden okudugum bir kitap. Yanlis hatirlamiyorsam Enistein tarafindan ortaya atilmis o ilginc quantum ve relativity fizigi hakkindaydi.
29-ADI AYLIN - Ayse Kulin : Yazarin yakin akrabasi olan Aylin in gercek hayati anlatilmis. Siradisi yasantisi olan Aylin in hayati, yazarin basarili uslubu ve taninan isimlerin de kitapta gecmesiyle kitap okunmaya deger hale geliyor.
30-REBECCA : Anlatiminin ve konusunun gizemliligiyle hatirliyorum bu kitabi. Oldukca guzel bir romandi. Cocuklugumda izledigim bazi dizilerin konularindada ilham kaynagi oldugunu dusunuyorum.
31-ISTANBUL - Orhan Pamuk : Okurken basindan kalkmak istemedigim ve eve gitsemde biran once okumaya baslasam dedigim Nobel odullu yazarin kitabi. Orhan Pamuk, hayatini 22 yasina kadarki kismini oldukca guzel bir uslupla anlatmis. Diger Orhan Pamuk kitaplari gibi anlasilmasi zor degil.
32-KARA KITAP-Orhan Pamuk : Konusunu tam olarak anlayamamis olsamda guzeldi.
33-SİMDİKİ ÇOCUKLAR HARIKA - Aziz Nesin : Cok eskiden okudugum okurken cok eglenceli bulup guldugum oldukca basarili bir kitap.
34-TOM JONES : Cok eglenceli bir kitap. Kitaptaki olaylarin akisi ve karmasiklasip kitap sonunda cozulmesi , yazarin uslubuyla cok eglenceli hale gelmis.
35-DUZCELI MEHMET - Halit Ertugrul : Aykiri ruhlu, isyankar bir gencin inancli ogretmeninden etkilenisini anlatiyor. Halit Ertugrul un gercekten yasadigi olayi anlattigi oldukca etkileyici, insanin icine dokunan bir kitap.
36-ARDIÇ DALINDAKİ KENDIR - Mahmut Sezen : Yazarın kendi oz annesinin hayatini anlattigi romanin dogal ve akici uslubu kitabi zevkle okumayi sagliyor.

Amerika Maceram - IV


Görevliler bina içinde çok yardımcı olurken ben de tarihini okuduğum bu binanın yıllar önce yapıldığını, binanın kurucularını vs. düşünüyordum. New York'ta böylesine yüksek binaların yıllar önce yaptırıldığını, Elise Island'ın 1900'ün başlarındaki fotoğrafından biliyordum.
Turistlerin ziyaretine açık kata asansörlerle çıktık. Asansör içinde uzun zaman geçiyordu ama tabii ki heyecanlıydım. Sıradayken gördüğüm insanların bazılarını asansörde görüyordum. Çocuklarıyla gelen insanlar, arkadaş olarak gelenler... İçerisi çok sıcak olduğundan dışarıda fotoğraf çekmek istediğim için bir çok kişi gibi dışarıya çıktım. Soğuğa rağmen manzara öyle guzeldi ki 1-2 saat orada kaldım zannediyorum. Çevremdeki insanlar New York'u iyi biliyor olmalılardı ki manzarada gördükleri yerleri seçebildiler. "İşte şurası şurası" diyebiliyorlardı.
Özgürlük Anıtı'nı biri işaret edince ben de dikkat ettim. Gördüğümde tanıyabileceğim tek yer de Özgürlük Anıtı'ydı. Her milletten insan vardi. Arap olduklarını tahmin ettiğim bir aile resimlerini çekmemi istedi. Çektim ve Türk olduğumu söyleyince "merhaba" gibi Türkçe bir kaç kelime söylemişlerdi. Tartışmasız doğu insanı batılıya göre daha sıcaktı. Ben bir kaç kişiden fotoğrafımı çekmesini rica ettim. Aynı şekilde benden rica edenler oldu. Empire State'i kuzey-güney, doğu-batı gibi yönlere ayırdıklarını sonradan öğrendim. Dürbünler de vardı şehre daha yakından bakmayı sağlayan. İkindi vakti gittiğim ve kış olduğu için hemen akşam olmuştu. Empire State'den New York'un akşamki ışıl ışıl halini de görebilecektim. Bir yarım saat de böyle geçti. Çok üşüdüğüm için içeriye geçip bir süre buradan izledim şehri. Büyük bir ayna vardı. Bu aynadan kendimi içine alan bir video çekebilirdim. Artık gitme vakti gelmişti ki bu New York'taki gezimin son durağıydı.
Bir gün sonra Arkansas'a dönmek üzere yola çıkacaktım. İndiğim yerde yine hediyelik eşya almak için dükkanları dolaştım. Yemek için girdiğim Pizza Hut'ta ne sipariş vereceğimi tam bilemiyordum. En guvenli olarak ne yiyebilirdim? Yanıma Türkçe konuşan bir kaç kişi geldi ama canım hiç Türkçe konuşmak istemedi. ABD'de sokakta Türklerin kendi gibi Türklerle karşılaşınca konuşmadıklarını da daha önce duyduğumdan başımın çaresine bakmayı tercih ettim. Yemekten sonra artık arkadaşımın New Jersey'deki evine dönmeliydim ki subway'e geldiğim duraktan binemeyecek kadar üşümüştüm. Başka bir subway girişi neyseki görmüştüm yoksa nasıl yürüyecektim bilmiyorum. Arkadaşımın evine döndüm ve bütün gece sohbet ettik. Bir gün sonra gidiyordum. Geleli çok olmamıştı belki 5-6 gün önce gelmiştim ki bana çok uzun gelmişti ve sanki uzun zamandır arkadaştık.
Sabah erken kalktım ve valizlere eşyalarımı sığdırmak için ciddi bir gayret sarfettim. Laptop umu Arkansas'ta bırakmamış olduğum için pişmandım. Bir de onu taşımam gerekcekti ki zaten valiz ve sırt çantam da vardı. Kara kara nasıl otobüse bunca eşya ile bineceğimi düşünüyordum. Otobüse eşyalarımla bindiğimde şöföre ödemeyi eşyalarımı yerleştirip geri gelerek yapacağımı söyledim. Türkiye'deki şehir içi otobüs şöförleri gibi ben yürürken otobüsün hareket etmesini bekliyordum ki şöför ben eşyaları yerleştirip geri dönene kadar beklemişti. Tabii arkada bizi bekleyen araçlar da aynı şekilde yaptı. Otobüsün içindeki insanlardan da kimse bana ters ters bakmamıştı beklettiğim için. Otobüse yerleşmiştim , artık gerisi kolaydı. Subway'de bir şekilde taşırdım eşyalarımı.
Subway'de eşyalarımı yerleştirdim. Ama yanlış trene binmişim. Neyse ki vaktim çoktu. Subway'de uyuyan kişiler vardı. Galiba bahsedilen evsizlerdi bunlar. Doğru trene binerek JFK'ye varabilmiştim. Ama rüya gibi NY maceram da böylece son bulmuştu. Uçakta cam kenarında uçağın havalanmasıyla tüm NY'i ışıl ışıl görmüş bu büyük şehirden ayrılıyor olduğum için biraz da üzülerek iyiki de gelip gezmişim diyordum.
Arkansas'a varmadan önceki son aktarmada uçak öylesine sallanıyordu ki hostes hava koşullarından dolayı ikram yapamayacağını söyleyince korkum çok artmıştı. Burada bir uçak kazasıyla ölsem dünyanın bir ucunda memleketimden ve ailemden bu kadar uzakta daha önce hiç düşünmediğim bir yerde öleceğim geldi aklıma. Neyse 1 saatlik bu zor uçuşun sonunda Little Rock'a varmıştık ki arkadaşım beni yine bekliyordu. Tekrar arkadaşımı ve Arkansas'ı görmek çok farklı gelmişti bana. Onlar hala burada yaşamaya devam ediyorlardı.
Arkansas'ta bir günlük dinlenme, arkadaşımın ünviversitesinde hoca ve diğer tanıştıklarımla vedalaşma ve alış veriş ve Türkiye'ye dönecek arkadaşımın eşyalarını hazırladıktan sonra diğer gün sabah İrsad abi ile havaalanına gidecektim.Vedalaşırken Hoca ile NY,NJ ve Phedelphia hakkında uzun uzun sohbet edebilmiştik.
Yine Little Rock'tan Atlanta'ya, Atlanta'dan JFK'a ve buradan da son durağım olan İstanbul'a varacaktım. 11 Aralık 2008 sabahı yola çıktım. Atlanta'da uçağa binerken kalabalıkta yaşlı bir baya eşyalarını yerleştirmesine yardımcı oldum. Sonra benimle eşiyle birlikte Türkçe konuşmaya başladılar. JFK inişinde benden hiç İngilizce bilmedikleri için yardım istediler.
JFK'a varınca bana ilginç gelen uçak indiğinde hiç kimsenin uçuş kemerini açmamasıydı. Türkiye'de uçak havaalanına indiği anda kemer ikaz ışıkları yansa da çevreden bu kemerleri çıkardıkları sesleri duyulur. İtiraf edeyim ben de aynı şeyi yapıyorum Ama burada uçak tam olarak yerleşene kadar kimse emniyet kemerlerini çözmemişti. JKF'a vardığımızda Air Train'e bineceğimizi düşünüyordum. Benden yardım isteyen nazik bay ve bayana ben yardımcı olduğum gibi onlar da bana yardımcı olmuştu. Air Train'e binmeksizin gideceğimizi ben de farkettim ki bizim gibi aynı kapıya giden Türkler de yardımcı oluyor birbirimizi takip ediyorduk. JFK'da Delta İstanbul kapısına doğru yaklaşmaya başladıkça Türkçe konuşmalar başlıyor ve ben gittikçe bu gezinin, aynı zamanda bu rüyanın bittiğini düşünüyor, kendimi Türkiye'ye varmış gibi hissediyordum. Bu kapıya doğru yürürken yüzlerce dil içerisinde kendimin tam olarak anladığı ve konuşabildiği dünya üzerindeki yegane kara parçasına gidiyor olduğumu hissediyor ve kültürünü aralarında doğduğum için yakından tanıdığım yegane insanların arasına tekrar dönmenin de mutluluğunu yaşıyordum.
Aynı zamanda düşündüğüm şeylerden biride bu 10 saatlık yolculukta bir Amerikalı mı yoksa bir Türkün mü yanımda oturacağıydı. İçimden ABD'li birinin yanında oturmak geçti böylece bu rüya bir 10 saat daha devam edecekti. Uçakta kalabalıkta kimi İngilizce kimi Türkçe konuşan insanların arasından yerime doğru ilerlerken içimden geçen duanın kabul olduğunu ve yerimin yanında oturan yaşlı Abd'li bir bey olduğunu görünce anladım. Uçak daha havalanmamıştı ki biz yol arkadaşımla sohbet etmeye başlamıştık. Aslında yolculuklarda konuşmak yerine kitap okuma ya da dinlenemeyi tercih ediyorken nedense bu Amerikalı yaşlı beye güvenip konuşmayı tercih etmiştim. Yol arkadaşım Orhan Pamuk'un "İstanbul" kitabından etkilenmiş ve yaşlı olması ve Türkiye'yi hiç bilmemesine rağmen böyle bir yolculuğa tek başına cesaret etmişti. Ben de aynı kitabı hayranlıkla okuduğum ve İstanbul'u da iyi bildiğim, benzer maceracı ruha da sahip olduğumdan ben onun için o da benim için bulunmaz bir yol arkadaşıydı. ABD'de yanında kaldığım arkadaşıma en çok yakındığım; Amerikalı bir aile yanına gidemiyor olmak, zenci bir ailenin birkaç saatlik de olsa konuğu olamamaktı. Çünkü Türklerin çevresi sadece Türklerden oluşuyordu.
Yabancılar ile ciddi bir dialog görememiştim. Bu anlamda son anda da olsa yol arkadaşım bu yakınmalarımı teselli edecek nitelikteydi ki o da aynı şeyi söylüyor gezdiği diğer ülkerlerde olduğu gibi gezide çevresinde hep kendi milletinden insan olmasından yakınıyor ve bu rastlantıya o da seviniyordu. Bana sorduğu İstanbul hakkında havaaalnından nasıl taksiye bineceği , İstanbul'da nereyi nasıl gezeceği, otelinin nerede olduğu, hangi Türk yemeklerini mutlaka yemesi gerektiği gibi bir çok soruya cevap verdiğim gibi Türk kültürü ailelerin bakış açıları vs. gibi bir çok sorusuna da cevap vermeye çalışyordum. Onu en çok endişelendiren indiği zaman nasıl taksiye bineceği, otelin ismini nasıl söyleyeceği, taksi ücretleri ve taksicinin kendisini oteline normal şekilde bırakıp bırakmamasıydı. İndiğimiz zaman yardımcı olacağımı bir kaç kez söyledim, elimizden gelen yardımı, havaalınanında bekleyeceğini tahmin ettiğim abimle yapacağımızı ve endişelenmemesini tekrarladım ki havaalanında tanıştıracağım abim yardımcı olmakla kalmayacak birkaç gün sonrası için evine akşam yemeğine davet edecek, burada yol arkadaşımın İstanbul gezisi hakkındaki gözlemlerini de dinleme şansına sahip olabilecektik.
Yol arkadaşımın isim, e-mail , otel telefon numarası bilgilerini not etmek üzere not defterimi çıkardığımda not defterimde bu geziye dair hiç bir not yazamamış olduğumu, defterin bomboş olduğunu üzülerek gördüm . Yola çıkmadan önce olur da yaşlanırsam yirmili yaşlarımın sonlarında yaptığım bu gezinin her türlü ayrıntılarını o anki duygu ve düşüncelerimi not etmeyi planlamıştım. Türkiye'ye döndüğümde ileride unutmamak için bu gezinin her türlü ayrıntılarını yazmalıydım...

Amerika Maceram - III

Diğer gün Times Square'a gitmeye karar verdim. Gidiş yolunu ve Times Square'in tarihini internetten araştırdım. Diğer araştırdığım şey de nerede yemek yiyebileceğimdi. Bu konu yurtdışında gerçekten daha zordu.
Mc Donalds'larda patates kızartması yemeyi tercih edecektim. Yine çıkmadan sırt çantama harita, kaşkol, su, ağrı kesici vs. alınca kendimi tam maceracı gibi hissediyordum. Keşfedeceğim merak ettiğim bir dünya vardı ve bu dünyayı keşfetmek için önümde hiçbir engel yoktu.
Times Square'a subway içindeki yoldan geçebildim. Her yerin ışıl ışıl olduğu bir caddenin içinde bulmuştum kendimi. Hareketli animasyonların, ismini yakından tanıdığım markaların reklamlarının olduğu bir caddeydi Fakat bir sonraki caddeye geçince bu büyünün bozulduğunu normal bir caddeye geçtiğimi, bu heyecanın sadece 1 caddede sınırlı kaldığını görünce hayal kırıklığına uğramıştım. Benim gibi çevrede bir çok fotograf çeken turist vardı. Aralık ayı olmasına ragmen bir çok turist demek ki benim gibi gelmişti.
Alışveriş merkezlerine giriyor, bir taraftan Türkiye'ye götüreceğim hediyelikleri seçebileceğim dükkanları dolaşıyordum. Tabii bir taraftan her zaman yaptığım gibi Türkiye ile burayı kıyaslayıp duruyordum. Her zaman çevremdeki insanlar "ABD de böyleymiş" derdi. Şimdi bunu kendim görüp kararı kendim verebiliyordum.
Caddeyi turlamam, alışveriş merkezlerine ve hediyelik dükkanlarına uğramam saatlerimi geçirmeme yetmişti. Onların marketleri ile Türkiye'deki büyük marketler arasında hiç fark yok gibiydi. Hediyelik alırken zorlandığım konu, Türkiye'de olmayıp da ABD'de olan bir şeyler alıp sevdiklerimi şaşırtmak istediğimde herşeyin Türkiye'de de olduğunu görmekti. Tabii bunu gormek beni bir taraftan da mutlu ediyordu.
Kış olduğu için hava erkenden kararıyordu. Port Autory'den dışarı çıkarak biraz dolaşmak istedim. New York Times gazetesinin binası gerçekten ihtişamlı görünüyordu. Böyle bir yerde çalışmak çok güzel olsa gerekti. Bu cadde boyunca biraz daha gezmeye karar vermiştim. Etrafa bakarken yanımdan geçen biri yardıma ihtiyacım olup olmadığını sordu. Yardıma ihtiyacım olmadığını söyledim ve teşekkür ettim. Sokakta her türlü insan vardı iyi de kötü de. Biraz daha ilerlemiştim ki bir zenci bana bir şeyler sordu. Ne sorduğunu anlamadım belki de iyiki de anlamadım. Biraz tedirgin oldum. Hayır diyerek yanından ayrıldım. New York'un tehlikeli bir şehir olduğunu daha önce defalarca duymuştum. Geri dönerek eve dönmek üzere otobüse binmeye karar verdim. Zaten yeteri kadar gezmiştim.
Ertesi gün Central Park'a gitmek üzere her sabah olduğu gibi dışarı çıktım. Metro haritasını tam olarak kavramıştım. Gideceğim yöndeki trene bindim. Bu trende insanların giyimi daha düzgündü. Türkiye'de de gideceğiniz semte göre toplu taşımada insanlar farklıdır. Burada böyle olduğunu bir kaç gün sonra Wall Street durağında subwaye binen takım elbiseli insanları gördüğümde daha iyi anlayacaktım.
Central Park durağında indim. Hangi çıkıştan çıkacağıma defalarca bakmış olsam da subwayden çıkınca ne yone gitmem gerektiği konusunda tereddüt ediyordum.
Parkın yerini biraz daha yürüyünce anladım. Giderken geri döneceğim yolu unutmamam gerekiyordu. Giderken kılık değiştirmiş, turistlerle fotoğraf çektiren insanlara rastladım. Çok farklı olmasa da değişik geliyordu. Central Park'ın içinde dolaştım. Sincaplar, buz pateninde kayanlar, ağaçlar guzeldi. Hava tertemizdi ve doğa ile şehrin iç içe olması insana daha çok zevk veriyordu.


İnternetten Central Park'a gitmeden önce araştırdığım zaman yapma ve soğuk bir park ile karşılaşacağımı düşünmüştüm. Bunu nasıl başarabildiler bilmiyorum ama şehrin içinde doğal ve aynı zamanda modern bir parkta gezme zevkini alabiliyorsunuz.
Bu civardaki müzelere gitmek istiyordum. Ama tüm parkın çevresini dolaştım, insanlara sordum vaktimde kısıtlı olduğu için bir türlü müzeyi bulamadim ve gezemeden geri dönmem gerekti. Akşam kuzenim beni evimden alacakti. Haftasonunu onun evinde geçirecektim. Böylece bu geziye akraba ziyaretini de sığdırdığım gibi Philadelphia ı kuzenim ve ailesi ile gezme şansına sahip olabilecektim.
Kuzenimin evinde Adana'nın meşhur yemeklerini yiyebilmek ne güzeldi. Günlerdir sadece patates kızartması yiyerek geçiştiriyordum. Sıcak aile ortamında olmak güzeldi. Philadelphia, Avrupa mimarisinin hakim olduğu bir şehirdi. Bir caddesinde her ülkeye ait bayraklar asılmiştı. Bu caddeyi sevmiştim. Ertesi gün kurban bayramının ilk günü sabah kuzenim beni tekrar arkadaşımın evine bıraktı. O gün Empire State'i gezip diğer gün Arkansas'a gitmek üzere yola çıkacaktım. Empire State'e yürüyerek gidecektim ki NY caddelerini biraz daha dolaşmış olayım.
Yolun kenarında street ve avenue numaralarını takip ederek caddeler üzerinde ilerliyordum. Hava dondurucu soğuktu. İstediğim street numarasına gelince avenue numarasını bulmak için ilerlemeye başladım. Empire State'e geldiğimi anladım. Görevlilerden sorarak girişi öğrendim. Girişte benim gibi gezmek için gelen bir çok turist vardı. Kalabalıktı. Görevliler yardımıyla bilet kuyruğuna girdim. Bileti aldıktan sonra gruplar halinde fotoğraf çekiyorlardı. Ne yapmak istediklerini anlamamıştım. Acaba neden fotoğrafımızı çekiyorlardı? Ailece çektikleri için fotoğraf çeken gorevli ailemi sordu. Ben tek başıma gezdiğimi söyleyince nedense şaşırdı. Acaba Empire State'i tek başina gezen bir ben mi vardım? Böyle olmadığını binaya çıkınca fotoğraf çekmemi rica eden diğer insanlardan anlayacaktım...

Amerika Maceram - II


New York'a uçmak üzere sabah erkenden arkadaşım ve bizi arabayla bırakacak arkadaşla birlikte havaalanına gittik. İşlemlerden sonra uçağa binmek üzere beklemeye başladım. Vaktinde NY'e varma konusunda endişeliydim. Uçuşlarda pilotun söylediklerini anlamak zor oluyordu. Hem uçuş stresi hem yabancı bir ülkede olmak hem de söylenilenleri tam anlamamak ...
Atlanta'da NY aktarması için indim. Artık bu havalimanını daha iyi biliyordum. Tekrar NY uçağına bindim. Uçarken sürekli pencereden dışarı bakıyor Abd'nin diğer eyaletlerini gezemesem de uçaktan bakabilmeye çalışyordum. Uçaktaki göstergelerden, yanıma aldığım dünya ve Amerika haritalarına bakmaya gerek duymaksızın, nerenin üzerinde uçtuğumuzu takip edebiliyordum. Washington yakınlarda çok güzel deniz ve şehir manzaraları görüyor ve nerede olduğumuzu sabırsızca anlamaya çalışıyordum. Bir taraftan da saati takip ediyor, herhangi bir gecikme nedeniyle akşam saatinde JFK da olmamak için içimden dua ediyordum. Ama korktuğum başıma geldi. Göstergede uçak sürekli aynı istikamette dolanıyordu. Bu da varış saatini geciktiriyordu. Aynı zamanda uçuyor olduğum içinde endişeleniyordum. İlk defa dünyanın en kalabalık şehrine gidiyor olduğum için uçaktaki insanlara bakıyordum. Onlarda NY'e mi gidiyordu? Tahmin ediyorum çoğu benim Türkiye'ye dönerken yapacağım gibi aktarma yapıyorlardı.
30 dk. gecikmeli olsa da JFK için inişe geçerken heyecan ve merakla çevreyi izlemeye devam ediyordum. İndikten sonra defalarca arkadaşım ve kardeşimden tarifini aldığım , daha kolay bulmamı sağlayacak internetten resimlerini ve tarifini bulduğum yerdeydim. Aynı tarifteki gibi Air Train'i gösteren oklara doğru yürürken binanın dışına çıktım. Oklar böyle gösteriyordu. Büyük bir limuzin ve çevresinde uzun sakallı Yahudi olduklarını tahmin ettiğim 2 kişi vardı. Şimdiye kadar görmeye alışkın olmadığım böyle insanları görmek bana büyük bir zevk veriyordu. Okları takip ederken kaybolmakdan endişe ettim ama sonunda asansörü buldum. İşaretleri iyi anlamak ve dikkat etmek gerekiyordu. Yoksa hangi katta ineceğini anlamak kolay olmuyordu.
Air Train'de geliş ve gidiş için hangi trene binmem gerektiğini anlamam zor oldu. Bir kaç kişiye sordum "subway"e giden hangi tren diye. Çünkü kimi trenler havaalanı içinde dolaşıyordu. Büyük bir havaalanı olduğu için daha önce gördüğüm metro benzeri araçların daha büyüğüydü. Air Train'e binerek ilerlerken kardeşimden aldığım tarif ücret ödeme noktaları gibi ayrıntıları öğrendiğim için şükrediyordum. Yoksa bunları tam anlamak kolay olmayacaktı. İnsanlar yardımsever olsa da. Air Train'de ücret çıkarken ödeniyor. Ayrıca "subway" için bilet ya da haftalık veya aylık kart almak için İstanbul'daki gibi hemen hemen aynı turnikelerin yanında satış gişelerinden alınabiliyor. Haftalık kartı aldım. Nasıl alacağımı sırada beklerken düşünmüş ve yine camda asılı olan bilgilerle ne alacağımı söyleyebilmiştim.
Turnikeden geçmeden önce Air Train ücreti için de ayrı bir bilet almam gerektiğini söyledi görevliler. Onun için de yan taraftaki gişeye gittim. Bu işlemler için endişelenmeyin havaalanı sınırı içindeyseniz insanlar görevliler sorularınıza alışkın oluyor ve yardımcı oluyor. Air Train biletini aldığım gişe memuru Pakistanlı olduğunu tahmin ettiğim biriydi ki "selamun aleyküm" dedi bana. Selamını alarak turnikeye ilerledim. Turnikeden geçtim. Şimdi de hangi metroya bineceğimi bulmalıydım. “E" numarasını takip edecektim. Nihayet bularak E trenine bindim. Yanımda oturan görünüşü düzgün yaşlı bir beye 42. Street'e gidip gitmediğini sordum. Gülümseyerek kendisinin de orada ineceğine benzer bir şeyler söyledi. Yaklaşık 40 dk. bu trenle gideceğimi biliyordum. Aslında bilmediğim yabancı bir şehirde kendimi kötü hissediyor ve endişeli olmayı beklerken nedense daha rahattım. Karşımda oturan Çinli bir bayan benim yanımda oturan kızına kızarak bakıyordu. Tahmin diyorum “subway"de ders çalışmasını ya da ödevini yapmasını söylüyordu. Burada da anneler Türkiye'deki gibiydi demek ki.
Çevremdeki insanları incelerken, bir taraftan insanların daha stressiz bir hayatta yaşadıkları için kendimi daha iyi hissettiğimi düşünürken bir taraftan da ilerliyorduk. Her durakta acaba burada mı ineceğim durak diye endişeleniyordum. Çünkü sesli bir sistem yoktu ve iyi takip etmeniz gerekiyordu. Durağı kaçırsanız bile geriye yine dönebilirdiniz ama elimde eşyalarım da olduğu için böyle bir durum yaşamak istemiyordum. Yanımdaki yaşlı bey bir sonraki durakta inmem gerektiğini söyledi gülümseyerek. Nedense sevmiştim insanları.
42. Street'te indikten sonra yine tarifteki gibi "Gate"leri bulmaya çalışıyordum. Gate aralıkları gittikçe daralıyor ve benim bulmam gereken yere doğru ilerliyordu. Nihayet ilgili Gate'i buldum. Port Autory'de New Jersey otobüsüne binecektim. Görevlilere sordum, binmek istediğim otobüsün expresi olduğunu neyse ki daha önce internetten öğrenmiştim. Görevliler expres için farklı bir otobüse yönlendirdiler. Burası üstü kapalı, karanlık, insanların her otobüsün kuyruğunda ayrı ayrı bekledikleri bir yerdi. Diğer otobüsün kuyruğuna ilerledim ve son sıradaki kişiyi ve doğru otobüs kuyruğunda olup olmadığımı diğer bekleyenlere sorarak öğrendim. E. Hospital'den de geçip geçmediğini sordum. Geçiyor dediler. Yine binerken ücretleri şoföre veriyorlardı. Ne kadar ücret vereceğimi önceden biliyor olduğum için hazırladığım ücreti şoföre verdim ve yine E. Hospital'dan geçip geçmediğimi vardığımızda bana haber vermesini istediğimi şoföre söyledim. Yanına oturacağım kişiyi özenle seçtim çünkü bu 3 haftalık Abd gezisinde beni en çok endişelendiren şey New Jersey'de ineceğim yerdi yanlış yerde inmekten korkuyordum. Yine Çinli bir bayanın yanına oturdum ve ineceğim yeri bilip bilmediğini sordum. Gülümsedi, bildiğini ve bana yakınlarında söyleyeceğini söyledi. Böylece ara ara hatırlatabilecektim. Otobüsün hareket etmesi ve karanlık yerden çıkarak şehri geçmesi sonrasında büyülenmiş bir şekilde Manhattan'ı ışıl ışıl görüyordum ve varacağım yere varabilme konusunda endişeli olmama rağmen iyiki de gelmişim diyor, bir taraftan çocukluğumda gökdelen resimlerini kitaplığın duvarına asan abim aklıma geliyordu ve gezip görmeye değer yerler olduğunu aileme nasıl anlatacağımı düşünüyordum.
Çin mahallelerinden geçiyorduk. Etrafi dikkatle takip ediyordum. Yanımdaki bayan yakınlarında olduğumuzu şoföre sormamı söyledi. Şoförün yanına gittiğimde şoför beni hatırladığını ve vardığımızda haber vereceğini anlamış ve yardımcı olmak istercesine söylemişti. Bunu duyunca rahatladım. Varış noktama E. Hospital'a varmıştım. İnerken herkes şoföre teşekkür ediyordu nezaket icabı. Ben iki üç kere teşekkür ederek otobüsden indim. Evet varış noktama varmıştım. Buraya kadar vardıktan sonrası kolaydı. Evinde kalacağım sonradan çok seveceğim kardeşimin arkadaşını arayarak tarif istedim. Beni alarak zahmet etmelerini istemiyordum. 2-3 dk. yürüdükten sonra varacağım eve gelmiştim. Ve en büyük aşamayı başarılı bir şekilde geçmiştim.
Ev, kardeşimin arkadaşı olan doktor bir arkadaşındı. Yanında misafirinin başka bir arkadaşı da vardı. İkisiyle de sohbet etmek çok hoştu. Bilmediğim bir hayat tarzını gözlemlemek bana zevk veriyordu. Misafir arkadaş Boston'da yaşıyordu. Ben Boston'i çok merak ediyor ve görmek istiyordum. Arkadaş davet etmişti ama sabah çok erken (gece 4'te) evden çıkacağı ve çok yorgun olduğum için davetini üzülerek kabul edemediğimi söyledim.
Güzel bir uykudan sonra sabah New York'u gezmek üzere evden çıkmadan önce çantama harita, üşüme ihtimalime karşı eldiven, kaskol, hırka, su vs. aldım. Evlerin kapıları bizimkiler gibi çelik değildi. Kilitleri bile çok basit tahta kapılardı. Kilitleyerek evden çıktım. Önce dönüşte nerede ineceğimi daha rahat bulabilmek için çevrede keşif yaptım. İneceğim durağa gelmeden önce hatırlayacağım evlerin kapı numaralarının yazılı olduğu yerleri ezberlemeye çalıştım. Paraleldeki gidiş yoluna giderek otobüsü bekledim. NY'e gidip gimediğini sorarak bindim. Çevremdeki her şey benim için yeniydi ve hep anlatılan Amerika'daydım...
"Subway"a bir gün önce gittiğim için bulmam daha rahat oluyordu. İlk gün meteorolojiye göre en sıcak gün olması ve gidilmesi en zor yer olduğunu düşündüğüm Özgürlük Heykeli'ne gitmeye karar verdim ve "subway" haritasında önceden nasıl gidileceğine bakmıştım. "Subway"de giderken kimi zaman etraf tenhalaşıyordu. Her türlü insan biniyordu. World Trade Center durağı yakınlarında kendimi kötü hissettim 2001'de yaşanmış saldırıyı televizyondan endişeyle izlediğim an aklıma geldi. Burada yaşanmıştı. İneceğim yere yani son durağa gelmiştim. Durağın adı "Ferry" gibi bir şeydi. Yani vapurla özgürlük anıtının yakınlarından geçecektim.
Kimseye sormaksızın işaretlerle vapurun kalktığı yeri ararken dışarıya çıktım. Deniz kenarında yürüdüm ama yanlış yolda olduğum hissine kapıldım. Nasıl olsa vaktim bol ve "subway" durağını bildiğim için en kötü ihtimalle geriye dönebilirdim. Etrafi dolaştıktan sonra bir Mc Donalds'a rastladım. Öğle yemeğini burada yiyebilirdim. Mcc Donalds'da aynı Türkiye'deki gibi alacaklarımı aldım tek fark dolar olarak ödeme yapmaktı. Bir de yemekten sonra tepside kalanları ve boş kutuları kendin çöpe atıyordun. Galiba nezaket icabıydı bu davranış. Herkes böyle yapıyordu ben de böyle yaptım. Birde çok fazla çocuk vardı yemekte. Türkiye'de bu kadar küçük yaşta çocukların dışarda yemek yediğini görmeye alışkın değildim. Belki de bana böyle denk gelmişti. Sürekli gülüp sakalaşıyorlar, çığlıklar atıyorlar, fotoğraflar çekiliyorlardı.
3-4 defa "vapura gider" işareti çevresinde dolandıktan sonra vazgeçip "subway" ile geri dönmeye tam karar verdiğim zaman vapura gitmek için hiç dışarı çıkmadan sadece üst kata çıkmam gerektiğini anlamıştım. Benim gibi başka turistlerde vardı.Onlarda soruyorlardı. Bir süre vapurun gelmesini bekledim.
Vapurda cam kenarında yerimi seçtim. İstanbul'daki vapurlardan farkı binerken tahta iskelelerin olmaması bunların yerine daha modern bir şekilde vapura binişimizdi. Ama onun dışında İstanbul'daki vapurlardan çok da farklı değildi. Özgürlük Anıtı'nın önünden geçmek çok güzeldi. Hep filmlerde görmeye alışkın olduğum, gezmeden önce tarihini internetten okuduğum Özgürlük Anıtı'nı birebir görmek çok güzeldi. Çok da büyük olmadığını farkettim bu arada. Bana daha büyük geliyordu eskiden. Bir de hep beyaz renkli olarak aklımda kalmış ama heykelin rengi yeşildi.

Amerika Maceram!

Amerika Maceram!
Yurtdışına gitmek ve gezmek çoktan beri istediğim bir şeydi. Gezmek, yeni yerler görmek ve insanlarla tanışmak çocukluk hayalimdi.
Neyse vize hazırlıklarına başladım. Acaba alabilecek miydim? Daha önce bir kere red almıştım. Belgeleri işyerinden aldıktan ve gerekli diğer evrakları temin ettikten sonra vize görüşmesi için sabah kalktım. Bir ramazan günüydü. Herşey yolunda gidiyordu ve sonunda numaram istediğim vize memurunda yandı. Bana sorduğu sorular sonunda heyecanla bekliyordum "acaba pasaportumu geri mi teslim edecek?" diye. Tabii öyle olmadı, vize alabilmiştim. Yolda giderken proje lideri aradı. Onlardan izin almıştım ama anlamayıp merak etmişler. Tabii ben çok heyecanlıyım. Artık Amerika’nın kapıları bana açıktı. Amerika özgürlükler ülkesi olduğu için gitmeyi hep isterdim. Bir yabancı ülkeye gitmek de hayalimdi zaten. Neyse, maceralı bir uçak bileti alışından sonra gidiş günü geldi.
İşyerinden son gün ayrılırken sevinçle karışık büyük bir heyecan vardı, acaba sağ sağlim dönebilecek miydim? Beni bekleyen birçok iş vardı.
Hiçbir şey eksik olsun istemiyordum. Listeler çıkarmıştım. Yolda okuyacaklarım, gezerken giyeceklerim vs. 22 kasım, gidişimden bir gün öncesi çok yoğun bir gündü. Eşyaları hazırladıktan sonra kardeşimle birlikte evimin önünden kalkan Kadıköy dolmuşlarına bindik. Heryere bakıyordum çünkü yolculuğum bittiğinde farklı bir dünya, farklı evlerin olduğu bir dünyada uyanacaktım.Kadıköy'de vapur seferleri iptal olduğu için büyük bir otobüs kuyruğu vardı. Elimizde ağır eşyalar ile sırada bekledik. "Ahh bi varsam" diyordum. Otobüste Boğaz Köprüsü üzerinden geçerken İstanbul'a şöyle bir baktım İstanbul'u özleyecektim. İnerken bazıları söylendi bu kadar eşya ile binilir mi diye... Metrobüse bindik, sonra Yenibosna durağında abim bizi aldı. Bir taraftan öyle bir yağmur başladı ki içimden geçirmedim değil şimdi yatağımda rahatça uyumak vardı diye. Arabada iki abim, yengem kardeşim ve ben vardık. Dışarıda çok şiddetli yağmur yağarken hayırlısıyla eve varsak diye düşnüyorduk ama benim maceram daha yeni başlayacaktı.
Gece üçte uyandık. Daha doğrusu, doğru düzgün hiç uyuyamadım. Yeni bir dünyaya hayatımda ilk defa gidecektim. Apar topar evden çıkıp havaalanına giderken etrafıma iyice baktım, çünkü aktarmalı uçak yolculukları bitince kendimi başka bir dünyada bulacaktım.
Havaalanında işlemler bitip pasaport kontrolü de bitince artık kardeşlerimden ayrılacaktım. Ve evet, o andı, artık yalnızdım. Bildiğim iyi kötü ingilizce ile artık macera tam olarak başlamıştı.
Uçakta İtalya'ya doğru uçmaya başlayacaktık. Havalanmaya başlarken İstanbul ardımda kalmaya başladıkça gözlerim dolmaya başladı. Geçmişim, ülkem ve hepsi kadar önemli sevdiklerim ardımdaydı ama üç haftalık bir gezi olacağını hatırlamak beni rahatlattı ve tamamen ayrılmanın ne zor olduğunu çok daha iyi anlamamı sağladı.
Hostes "sviç" gibi bir şey söyledi anlamadım. Yanımda oturanlar Türktü. Sandviç mi, kek mi diye soruyormuş hostes. Telafuz konusu beni bir hayli zorlayacaktı. Yaklaşık üç saat sonra İtalya'ya doğru alçalmaya başladık. Muhteşem sahiller vardı. Gezilmeye değecek bir ülkeye benziyordu. Havaalanında ilk anda ne tarafa gideceğimi tam kestiremiyordum. Güvenlik görevlisi suyumu atmıştı. Çok susamıştım halbuki. Gideceğim yeri bulmaya çalışırken kimseye öncelikle sormak istemedim tabii. Elimde ağır hediyelikler ile havaalında dolaşıyordum. Bir yerde kendi havayolu şirketimin ismini gördüm. Sıra vardı. Bekledim ve ne yöne gideceğimi sordum, ileri dedi. Neyse tekrar ters istikamete elimde ağır eşyalar ile yürüdüm. Sonunda sormaya karar verdim. "Where is Delta Airlines" diye sordum. Sorduğum görevli bayan anlamadı. Tekrarladım yine anlamadı. Uçuş kartıma baktı ve “haa Dilllltaaaaa” dedi ve merdivenleri çıkmamı söyledi. Küçük bir metro ile karşılaştım. Acaba yanlışlıkla bu metro beni şehrin içine mi götürecekti?
Tekrar sordum ve binerek uçağa binmem gereken yeri birkaç kişiye daha sorarak buldum. İşlemlerimi yaptırıp uçağa doğru ilerlerken uçağa binmeden uzun bir kuyrukta bekledik. Sonra pilot aramızdan geçti ve açıklama yaptı. Çok sempatikti. "işimin başına dönsem iyi olur" dedi. Kimse beklemekten şikayetçi değildi. İlginç. Aslında Amerikan halkını en iyi bu uçuşlarda tanıdım. İnsanlar çok rahat ve insancıldı. Birilerinin tersleme korkusu yoktu üzerlerinde. Yanımda oturan bayan ile benim yarım yamalak ingilizcem ile sohbet etmeye çalıştık ama bi yere kadar. İngilizcem sandığım kadar iyi değilmiş. Bu uzun uçuşta uyusam da bir türlü vakit geçmiyordu. Kitap okumak istiyordum ama uykuluydum. Bir türlü geçmiyordu vakit. Zormuş uzun uçuşlar. Sonunda Atlanta’da indik, hostes “ooo iki sabah aynı günde” gibi bi şeyler söyledi herkes gülümsedi. Amerikalıları sevmiştim.
Atlanta'da valizlerimi bulamadım. Gümrükten geçmek stresliydi ama sonunda geçtim. Valizlerimin kayboluşu canımı çok sıkmıştı. Ya hiç bulamazlarsa diye içine neler koyduğumu tekrar düşündüm. Yine ikinci bir yerden geçecektik ve inanılmaz derecede yorgundum. İki gündür neredeyse hiç uyumamıştım ve üstüne üstlük çok yorulmuştum. Girişteki kuyrukta görevli uçakta verilen formu istedi. Önce bulamadım, diğer gümrük görevlisine verdiğimi sandım ve anlatamadım derdimi. Sırada insanlar da bekliyordu. Neyse sonunda buldum belgeyi ve geçtim.
Son uçuşum olan Arkansas'a uçuşta tamamen uyumuşum ve nasıl havalandığımızı bile hatırlamıyorum. İnerken bana sıra gelinceye kadar uyudum ve sonunda son varış noktama vardım.
Little Rock Havaalanı'nda Delta'nın merkezi vardı. Atlanta'da da oraya gidin demişlerdi. Oraya önce gittim. Görevli bayan valizlerinizi bulduk adresinize teslim edeceğiz deyince çok rahatladım. Ama arkadaşımı bulamıyordum. Arkansas havaalanında beni almaya gelecekti . Telefon ile nasıl aramam gerektiğini kardeşim çok defa tarif etmişti ama hiç tarifteki gibi değildi. Aradım ama ulaşamadım. Sonunda arkadaşım geldi ve uzun uzun sarıldık. Yanında sonradan daha yakından tanıyacağım İrsad abi ve kızı Tayyibe vardı. Valizlerle birlikte ilgilendik. Arkadaşım Songül kendisi de valizlerinin kaybolduğunu sonra adresine geldiğini söylemesiyle daha da rahatlamıştım.
Eve doğru giderken işte uyanacağımı düşündüğüm o farklı dünyada uyanmıştım. Arabayla giderken bir taraftan dışarda evlere dikkat ediyor bir taraftan da arkadaşım ve İrsad abiler ile sohbet ediyordum. O evlerin farklılığı yolların trafik işaretlerinin farklılığı bir rüyanın içinde gibi hissetmemi sağlamıştı.
Arkadaşımın evine varınca annemi aradım tabii Türkiye saati ile gece dörttü. Annemin sesi çok uykuluydu ama sesimi duyunca rahatladığı belliydi. Duş alıp sevgili arkadaşımın benim için hazırladığı güzel yemekleri doya doya yedikten sonra güzel bir uykunun vakti gelmişti...
Bir gün sonra uyandığımda dışarıdan konuşma sesleri geliyordu ama ingilizceydi. Ne ilginç bir şeydi bu dil farkı. Onlar bu dili anlıyor ama biz tam anlamıyorduk. Onlar da bizim dili anlamıyordu. Bir anda tarihe bu dil değişiminin nerde ve nasıl başladığını merak ettim. Kimi zaman yüzyıllara gidiyor ve dünyanın büyüklüğünün farkına varıyor kimi zaman da beynin ne ilginç olduğunu düşünüyordum.
İkinci ilginç şey de bu saat farkıydı. Benim beynim hala Türkiye saatine göreydi. Akşam erkenden uykum geliyordu ama uykumun gelişi Türkiye saatine göreydi. Gece dörtte de uyanınca sanki öğle 12’de uyanmış psikolojisindeydim. Çünkü Türkiye’de saat öğle 12’ydi. Arkadaşımın üniversitesi çok yakındaydı. Oraya gittik ve orada hocası, diğer hocalar ve arkadaşlarıyla tanıştırdı. Çok keyifliydi...
Üniversitede özellikle profesör hocanın odasında bilim havası hissettim. Yeni mezun olsam ben de orada kalabilmek için elimden geleni yapardım. Ama artık İstanbul’da oturmuş bir düzenim ve işim vardı. O bilim havası çok cazipti ama. Kampüsü çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Pek üniversite havası yok gibiydi, daha çok lise havası var gibi geldi bana. Bir zenci genç, arkadaşımla yürürken önümüzden geçti ve bir şey söyledi. Arkadaşıma ne söylediğini sordum. Önümüzden geçtiği için özür dilemiş. Burada böyle özür diliyorlar dedi. Ne güzel... İnsanlar çok kibardı. Neyse valizlerim sonunda geldi ama bir gün eve hapsoldum beklemek için. Sonunda eşyalarıma kavuştum. New Jersey’de oturan kuzenimin valizini kargoya vermeye karar verdik. İrsad abiden rica ettik. Arkansas’ta her yere arabayla gitmek gerekiyordu. Kaldırımlar çok yürümeye uygun değildi. Yürüyen kimse yoktu ve de güvenli değildi. En küçük alışveriş için bile araba gerekliydi.
Beni en çok telaşlandıran New York'a nasıl gideceğimdi. New York'ta JFK'den indikten sonra New Jersey’te kalacağım yere kadar kendim gitmem gerekiyordu. Bir çok alternatif denemiştim ama vasıtalarla gitmek en uygunu olacaktı.
Çok tereddüt ettim gidip gitmeme konusunda. Uçak biletinin dönüşünü JFK üzerinden almıştım ama JFK uçuşunu öne aldırıp New York'u gezmekti niyetim. Sakın böyle bir şey denemeyin, ilk aktarmaya binmeyince tüm biletiniz yanıyormus. Neyse ki Coşkun hoca bu konuda bizi uyardı ve havayolu şirketiyle konuştu. New York’a gittmemin tek yolu gidip Arkansas’a geri dönüp sonra tekrar Türkiye’ye aynı istikametten uçmaktı.
Sonunda gitmeye karar verdim ve New York-Arkansas gidiş dönüş uçak biletini aldım. Büyük macera da şimdi başlıyordu. Defalarca internetten JFK'den nasıl 42. street Port Autory’e gideceğime baktım. Ya bulamazsam, ya bir terslik çıkarsa? Arkadaşım bana cep telefonu vermişti. O yanımda olacak, New Jersey’deki arkadaşımın, Türk taksi şoförünün, New York'taki arkadaşımın arkadaşının, iki saat uzaklıktaki kuzenimin telefonları da bu telefonda kayıtlı olacaktı. Ne olur ne olmaz durumlar için Port Autory'den New Jersey'e nasıl gideceğim konusunda da internette bayağı bir araştırma yapmış, arkadaşımdan ve kardeşimden defalarca tarif almış , şoföre nasıl ineceğim yeri soracağımı uykularıma girecek kadar düşünmüştüm. Arkadaşım ve beni havaalanına bırakacak arkadaş ile birlikte sabah erkenden yola çıktık...