4 Eylül 2009 Cuma

Amerika Maceram - III

Diğer gün Times Square'a gitmeye karar verdim. Gidiş yolunu ve Times Square'in tarihini internetten araştırdım. Diğer araştırdığım şey de nerede yemek yiyebileceğimdi. Bu konu yurtdışında gerçekten daha zordu.
Mc Donalds'larda patates kızartması yemeyi tercih edecektim. Yine çıkmadan sırt çantama harita, kaşkol, su, ağrı kesici vs. alınca kendimi tam maceracı gibi hissediyordum. Keşfedeceğim merak ettiğim bir dünya vardı ve bu dünyayı keşfetmek için önümde hiçbir engel yoktu.
Times Square'a subway içindeki yoldan geçebildim. Her yerin ışıl ışıl olduğu bir caddenin içinde bulmuştum kendimi. Hareketli animasyonların, ismini yakından tanıdığım markaların reklamlarının olduğu bir caddeydi Fakat bir sonraki caddeye geçince bu büyünün bozulduğunu normal bir caddeye geçtiğimi, bu heyecanın sadece 1 caddede sınırlı kaldığını görünce hayal kırıklığına uğramıştım. Benim gibi çevrede bir çok fotograf çeken turist vardı. Aralık ayı olmasına ragmen bir çok turist demek ki benim gibi gelmişti.
Alışveriş merkezlerine giriyor, bir taraftan Türkiye'ye götüreceğim hediyelikleri seçebileceğim dükkanları dolaşıyordum. Tabii bir taraftan her zaman yaptığım gibi Türkiye ile burayı kıyaslayıp duruyordum. Her zaman çevremdeki insanlar "ABD de böyleymiş" derdi. Şimdi bunu kendim görüp kararı kendim verebiliyordum.
Caddeyi turlamam, alışveriş merkezlerine ve hediyelik dükkanlarına uğramam saatlerimi geçirmeme yetmişti. Onların marketleri ile Türkiye'deki büyük marketler arasında hiç fark yok gibiydi. Hediyelik alırken zorlandığım konu, Türkiye'de olmayıp da ABD'de olan bir şeyler alıp sevdiklerimi şaşırtmak istediğimde herşeyin Türkiye'de de olduğunu görmekti. Tabii bunu gormek beni bir taraftan da mutlu ediyordu.
Kış olduğu için hava erkenden kararıyordu. Port Autory'den dışarı çıkarak biraz dolaşmak istedim. New York Times gazetesinin binası gerçekten ihtişamlı görünüyordu. Böyle bir yerde çalışmak çok güzel olsa gerekti. Bu cadde boyunca biraz daha gezmeye karar vermiştim. Etrafa bakarken yanımdan geçen biri yardıma ihtiyacım olup olmadığını sordu. Yardıma ihtiyacım olmadığını söyledim ve teşekkür ettim. Sokakta her türlü insan vardı iyi de kötü de. Biraz daha ilerlemiştim ki bir zenci bana bir şeyler sordu. Ne sorduğunu anlamadım belki de iyiki de anlamadım. Biraz tedirgin oldum. Hayır diyerek yanından ayrıldım. New York'un tehlikeli bir şehir olduğunu daha önce defalarca duymuştum. Geri dönerek eve dönmek üzere otobüse binmeye karar verdim. Zaten yeteri kadar gezmiştim.
Ertesi gün Central Park'a gitmek üzere her sabah olduğu gibi dışarı çıktım. Metro haritasını tam olarak kavramıştım. Gideceğim yöndeki trene bindim. Bu trende insanların giyimi daha düzgündü. Türkiye'de de gideceğiniz semte göre toplu taşımada insanlar farklıdır. Burada böyle olduğunu bir kaç gün sonra Wall Street durağında subwaye binen takım elbiseli insanları gördüğümde daha iyi anlayacaktım.
Central Park durağında indim. Hangi çıkıştan çıkacağıma defalarca bakmış olsam da subwayden çıkınca ne yone gitmem gerektiği konusunda tereddüt ediyordum.
Parkın yerini biraz daha yürüyünce anladım. Giderken geri döneceğim yolu unutmamam gerekiyordu. Giderken kılık değiştirmiş, turistlerle fotoğraf çektiren insanlara rastladım. Çok farklı olmasa da değişik geliyordu. Central Park'ın içinde dolaştım. Sincaplar, buz pateninde kayanlar, ağaçlar guzeldi. Hava tertemizdi ve doğa ile şehrin iç içe olması insana daha çok zevk veriyordu.


İnternetten Central Park'a gitmeden önce araştırdığım zaman yapma ve soğuk bir park ile karşılaşacağımı düşünmüştüm. Bunu nasıl başarabildiler bilmiyorum ama şehrin içinde doğal ve aynı zamanda modern bir parkta gezme zevkini alabiliyorsunuz.
Bu civardaki müzelere gitmek istiyordum. Ama tüm parkın çevresini dolaştım, insanlara sordum vaktimde kısıtlı olduğu için bir türlü müzeyi bulamadim ve gezemeden geri dönmem gerekti. Akşam kuzenim beni evimden alacakti. Haftasonunu onun evinde geçirecektim. Böylece bu geziye akraba ziyaretini de sığdırdığım gibi Philadelphia ı kuzenim ve ailesi ile gezme şansına sahip olabilecektim.
Kuzenimin evinde Adana'nın meşhur yemeklerini yiyebilmek ne güzeldi. Günlerdir sadece patates kızartması yiyerek geçiştiriyordum. Sıcak aile ortamında olmak güzeldi. Philadelphia, Avrupa mimarisinin hakim olduğu bir şehirdi. Bir caddesinde her ülkeye ait bayraklar asılmiştı. Bu caddeyi sevmiştim. Ertesi gün kurban bayramının ilk günü sabah kuzenim beni tekrar arkadaşımın evine bıraktı. O gün Empire State'i gezip diğer gün Arkansas'a gitmek üzere yola çıkacaktım. Empire State'e yürüyerek gidecektim ki NY caddelerini biraz daha dolaşmış olayım.
Yolun kenarında street ve avenue numaralarını takip ederek caddeler üzerinde ilerliyordum. Hava dondurucu soğuktu. İstediğim street numarasına gelince avenue numarasını bulmak için ilerlemeye başladım. Empire State'e geldiğimi anladım. Görevlilerden sorarak girişi öğrendim. Girişte benim gibi gezmek için gelen bir çok turist vardı. Kalabalıktı. Görevliler yardımıyla bilet kuyruğuna girdim. Bileti aldıktan sonra gruplar halinde fotoğraf çekiyorlardı. Ne yapmak istediklerini anlamamıştım. Acaba neden fotoğrafımızı çekiyorlardı? Ailece çektikleri için fotoğraf çeken gorevli ailemi sordu. Ben tek başıma gezdiğimi söyleyince nedense şaşırdı. Acaba Empire State'i tek başina gezen bir ben mi vardım? Böyle olmadığını binaya çıkınca fotoğraf çekmemi rica eden diğer insanlardan anlayacaktım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder