4 Eylül 2009 Cuma

Amerika Maceram!

Amerika Maceram!
Yurtdışına gitmek ve gezmek çoktan beri istediğim bir şeydi. Gezmek, yeni yerler görmek ve insanlarla tanışmak çocukluk hayalimdi.
Neyse vize hazırlıklarına başladım. Acaba alabilecek miydim? Daha önce bir kere red almıştım. Belgeleri işyerinden aldıktan ve gerekli diğer evrakları temin ettikten sonra vize görüşmesi için sabah kalktım. Bir ramazan günüydü. Herşey yolunda gidiyordu ve sonunda numaram istediğim vize memurunda yandı. Bana sorduğu sorular sonunda heyecanla bekliyordum "acaba pasaportumu geri mi teslim edecek?" diye. Tabii öyle olmadı, vize alabilmiştim. Yolda giderken proje lideri aradı. Onlardan izin almıştım ama anlamayıp merak etmişler. Tabii ben çok heyecanlıyım. Artık Amerika’nın kapıları bana açıktı. Amerika özgürlükler ülkesi olduğu için gitmeyi hep isterdim. Bir yabancı ülkeye gitmek de hayalimdi zaten. Neyse, maceralı bir uçak bileti alışından sonra gidiş günü geldi.
İşyerinden son gün ayrılırken sevinçle karışık büyük bir heyecan vardı, acaba sağ sağlim dönebilecek miydim? Beni bekleyen birçok iş vardı.
Hiçbir şey eksik olsun istemiyordum. Listeler çıkarmıştım. Yolda okuyacaklarım, gezerken giyeceklerim vs. 22 kasım, gidişimden bir gün öncesi çok yoğun bir gündü. Eşyaları hazırladıktan sonra kardeşimle birlikte evimin önünden kalkan Kadıköy dolmuşlarına bindik. Heryere bakıyordum çünkü yolculuğum bittiğinde farklı bir dünya, farklı evlerin olduğu bir dünyada uyanacaktım.Kadıköy'de vapur seferleri iptal olduğu için büyük bir otobüs kuyruğu vardı. Elimizde ağır eşyalar ile sırada bekledik. "Ahh bi varsam" diyordum. Otobüste Boğaz Köprüsü üzerinden geçerken İstanbul'a şöyle bir baktım İstanbul'u özleyecektim. İnerken bazıları söylendi bu kadar eşya ile binilir mi diye... Metrobüse bindik, sonra Yenibosna durağında abim bizi aldı. Bir taraftan öyle bir yağmur başladı ki içimden geçirmedim değil şimdi yatağımda rahatça uyumak vardı diye. Arabada iki abim, yengem kardeşim ve ben vardık. Dışarıda çok şiddetli yağmur yağarken hayırlısıyla eve varsak diye düşnüyorduk ama benim maceram daha yeni başlayacaktı.
Gece üçte uyandık. Daha doğrusu, doğru düzgün hiç uyuyamadım. Yeni bir dünyaya hayatımda ilk defa gidecektim. Apar topar evden çıkıp havaalanına giderken etrafıma iyice baktım, çünkü aktarmalı uçak yolculukları bitince kendimi başka bir dünyada bulacaktım.
Havaalanında işlemler bitip pasaport kontrolü de bitince artık kardeşlerimden ayrılacaktım. Ve evet, o andı, artık yalnızdım. Bildiğim iyi kötü ingilizce ile artık macera tam olarak başlamıştı.
Uçakta İtalya'ya doğru uçmaya başlayacaktık. Havalanmaya başlarken İstanbul ardımda kalmaya başladıkça gözlerim dolmaya başladı. Geçmişim, ülkem ve hepsi kadar önemli sevdiklerim ardımdaydı ama üç haftalık bir gezi olacağını hatırlamak beni rahatlattı ve tamamen ayrılmanın ne zor olduğunu çok daha iyi anlamamı sağladı.
Hostes "sviç" gibi bir şey söyledi anlamadım. Yanımda oturanlar Türktü. Sandviç mi, kek mi diye soruyormuş hostes. Telafuz konusu beni bir hayli zorlayacaktı. Yaklaşık üç saat sonra İtalya'ya doğru alçalmaya başladık. Muhteşem sahiller vardı. Gezilmeye değecek bir ülkeye benziyordu. Havaalanında ilk anda ne tarafa gideceğimi tam kestiremiyordum. Güvenlik görevlisi suyumu atmıştı. Çok susamıştım halbuki. Gideceğim yeri bulmaya çalışırken kimseye öncelikle sormak istemedim tabii. Elimde ağır hediyelikler ile havaalında dolaşıyordum. Bir yerde kendi havayolu şirketimin ismini gördüm. Sıra vardı. Bekledim ve ne yöne gideceğimi sordum, ileri dedi. Neyse tekrar ters istikamete elimde ağır eşyalar ile yürüdüm. Sonunda sormaya karar verdim. "Where is Delta Airlines" diye sordum. Sorduğum görevli bayan anlamadı. Tekrarladım yine anlamadı. Uçuş kartıma baktı ve “haa Dilllltaaaaa” dedi ve merdivenleri çıkmamı söyledi. Küçük bir metro ile karşılaştım. Acaba yanlışlıkla bu metro beni şehrin içine mi götürecekti?
Tekrar sordum ve binerek uçağa binmem gereken yeri birkaç kişiye daha sorarak buldum. İşlemlerimi yaptırıp uçağa doğru ilerlerken uçağa binmeden uzun bir kuyrukta bekledik. Sonra pilot aramızdan geçti ve açıklama yaptı. Çok sempatikti. "işimin başına dönsem iyi olur" dedi. Kimse beklemekten şikayetçi değildi. İlginç. Aslında Amerikan halkını en iyi bu uçuşlarda tanıdım. İnsanlar çok rahat ve insancıldı. Birilerinin tersleme korkusu yoktu üzerlerinde. Yanımda oturan bayan ile benim yarım yamalak ingilizcem ile sohbet etmeye çalıştık ama bi yere kadar. İngilizcem sandığım kadar iyi değilmiş. Bu uzun uçuşta uyusam da bir türlü vakit geçmiyordu. Kitap okumak istiyordum ama uykuluydum. Bir türlü geçmiyordu vakit. Zormuş uzun uçuşlar. Sonunda Atlanta’da indik, hostes “ooo iki sabah aynı günde” gibi bi şeyler söyledi herkes gülümsedi. Amerikalıları sevmiştim.
Atlanta'da valizlerimi bulamadım. Gümrükten geçmek stresliydi ama sonunda geçtim. Valizlerimin kayboluşu canımı çok sıkmıştı. Ya hiç bulamazlarsa diye içine neler koyduğumu tekrar düşündüm. Yine ikinci bir yerden geçecektik ve inanılmaz derecede yorgundum. İki gündür neredeyse hiç uyumamıştım ve üstüne üstlük çok yorulmuştum. Girişteki kuyrukta görevli uçakta verilen formu istedi. Önce bulamadım, diğer gümrük görevlisine verdiğimi sandım ve anlatamadım derdimi. Sırada insanlar da bekliyordu. Neyse sonunda buldum belgeyi ve geçtim.
Son uçuşum olan Arkansas'a uçuşta tamamen uyumuşum ve nasıl havalandığımızı bile hatırlamıyorum. İnerken bana sıra gelinceye kadar uyudum ve sonunda son varış noktama vardım.
Little Rock Havaalanı'nda Delta'nın merkezi vardı. Atlanta'da da oraya gidin demişlerdi. Oraya önce gittim. Görevli bayan valizlerinizi bulduk adresinize teslim edeceğiz deyince çok rahatladım. Ama arkadaşımı bulamıyordum. Arkansas havaalanında beni almaya gelecekti . Telefon ile nasıl aramam gerektiğini kardeşim çok defa tarif etmişti ama hiç tarifteki gibi değildi. Aradım ama ulaşamadım. Sonunda arkadaşım geldi ve uzun uzun sarıldık. Yanında sonradan daha yakından tanıyacağım İrsad abi ve kızı Tayyibe vardı. Valizlerle birlikte ilgilendik. Arkadaşım Songül kendisi de valizlerinin kaybolduğunu sonra adresine geldiğini söylemesiyle daha da rahatlamıştım.
Eve doğru giderken işte uyanacağımı düşündüğüm o farklı dünyada uyanmıştım. Arabayla giderken bir taraftan dışarda evlere dikkat ediyor bir taraftan da arkadaşım ve İrsad abiler ile sohbet ediyordum. O evlerin farklılığı yolların trafik işaretlerinin farklılığı bir rüyanın içinde gibi hissetmemi sağlamıştı.
Arkadaşımın evine varınca annemi aradım tabii Türkiye saati ile gece dörttü. Annemin sesi çok uykuluydu ama sesimi duyunca rahatladığı belliydi. Duş alıp sevgili arkadaşımın benim için hazırladığı güzel yemekleri doya doya yedikten sonra güzel bir uykunun vakti gelmişti...
Bir gün sonra uyandığımda dışarıdan konuşma sesleri geliyordu ama ingilizceydi. Ne ilginç bir şeydi bu dil farkı. Onlar bu dili anlıyor ama biz tam anlamıyorduk. Onlar da bizim dili anlamıyordu. Bir anda tarihe bu dil değişiminin nerde ve nasıl başladığını merak ettim. Kimi zaman yüzyıllara gidiyor ve dünyanın büyüklüğünün farkına varıyor kimi zaman da beynin ne ilginç olduğunu düşünüyordum.
İkinci ilginç şey de bu saat farkıydı. Benim beynim hala Türkiye saatine göreydi. Akşam erkenden uykum geliyordu ama uykumun gelişi Türkiye saatine göreydi. Gece dörtte de uyanınca sanki öğle 12’de uyanmış psikolojisindeydim. Çünkü Türkiye’de saat öğle 12’ydi. Arkadaşımın üniversitesi çok yakındaydı. Oraya gittik ve orada hocası, diğer hocalar ve arkadaşlarıyla tanıştırdı. Çok keyifliydi...
Üniversitede özellikle profesör hocanın odasında bilim havası hissettim. Yeni mezun olsam ben de orada kalabilmek için elimden geleni yapardım. Ama artık İstanbul’da oturmuş bir düzenim ve işim vardı. O bilim havası çok cazipti ama. Kampüsü çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Pek üniversite havası yok gibiydi, daha çok lise havası var gibi geldi bana. Bir zenci genç, arkadaşımla yürürken önümüzden geçti ve bir şey söyledi. Arkadaşıma ne söylediğini sordum. Önümüzden geçtiği için özür dilemiş. Burada böyle özür diliyorlar dedi. Ne güzel... İnsanlar çok kibardı. Neyse valizlerim sonunda geldi ama bir gün eve hapsoldum beklemek için. Sonunda eşyalarıma kavuştum. New Jersey’de oturan kuzenimin valizini kargoya vermeye karar verdik. İrsad abiden rica ettik. Arkansas’ta her yere arabayla gitmek gerekiyordu. Kaldırımlar çok yürümeye uygun değildi. Yürüyen kimse yoktu ve de güvenli değildi. En küçük alışveriş için bile araba gerekliydi.
Beni en çok telaşlandıran New York'a nasıl gideceğimdi. New York'ta JFK'den indikten sonra New Jersey’te kalacağım yere kadar kendim gitmem gerekiyordu. Bir çok alternatif denemiştim ama vasıtalarla gitmek en uygunu olacaktı.
Çok tereddüt ettim gidip gitmeme konusunda. Uçak biletinin dönüşünü JFK üzerinden almıştım ama JFK uçuşunu öne aldırıp New York'u gezmekti niyetim. Sakın böyle bir şey denemeyin, ilk aktarmaya binmeyince tüm biletiniz yanıyormus. Neyse ki Coşkun hoca bu konuda bizi uyardı ve havayolu şirketiyle konuştu. New York’a gittmemin tek yolu gidip Arkansas’a geri dönüp sonra tekrar Türkiye’ye aynı istikametten uçmaktı.
Sonunda gitmeye karar verdim ve New York-Arkansas gidiş dönüş uçak biletini aldım. Büyük macera da şimdi başlıyordu. Defalarca internetten JFK'den nasıl 42. street Port Autory’e gideceğime baktım. Ya bulamazsam, ya bir terslik çıkarsa? Arkadaşım bana cep telefonu vermişti. O yanımda olacak, New Jersey’deki arkadaşımın, Türk taksi şoförünün, New York'taki arkadaşımın arkadaşının, iki saat uzaklıktaki kuzenimin telefonları da bu telefonda kayıtlı olacaktı. Ne olur ne olmaz durumlar için Port Autory'den New Jersey'e nasıl gideceğim konusunda da internette bayağı bir araştırma yapmış, arkadaşımdan ve kardeşimden defalarca tarif almış , şoföre nasıl ineceğim yeri soracağımı uykularıma girecek kadar düşünmüştüm. Arkadaşım ve beni havaalanına bırakacak arkadaş ile birlikte sabah erkenden yola çıktık...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder